Galiba vakit geliyor. İçimizdeki bir yerlere
gitme, yabancı insanların arasına
karışma isteği iyiden iyiye artmaya başlıyor. Bulunduğumuz düzlemden uzaklaşıp
kendi iç dünyamıza yolculuk yapma arzusu artıyor. Planlı Berlin ve Norveç
Fiyordları gezisi öncesi, yakın bir bölgeye günübirlik bir gezi
planlıyoruz.
Pazar sabahının erken bir vakti odamıza dolan güneş ışıkları, bize
güzel bir günü müjdeliyor. Saat 07:30 gibi kalkıp internetten hızlı bir araştıma
yapıyoruz. İğneada’ya gitme fikri ilk başta cazip gelse de yöre hakkındaki
olumsuz gezi yazıları ve özellikle İğneada yolunun son bölümünün çok virajlı
olması bizi bu fikrimizden vazgeçiriyor. Rotamızı Tem otobanı Çerkezköy
çıkışından çıkarak Saray, Vize, Pınarhisar üzerinden Kırklareli’ye çeviriyoruz.
Dönüş yolunu ise Kırklareli’den direk TEM’e bağlanarak İstanbul olarak
belirliyoruz.
Saat 09:00 gibi İstanbul’dan ayrılıyoruz. TEM Çerkezköy sapağından
ayrılıyoruz. Yollar kötü, bakımsız. Belki de yoğun kış şartlarından ötürü daha
da bozulmuş. Sağımız solumuz düz
arazilerle dolu. Fazlasıyla çorak. Ağaç, bitki örtüsü yok denecek kadar
az. Küçük beldelerden geçiyoruz. İnsanlarda fazla bir hareket yok. Mutsuzlar...
Kahvehaneler dolu. Saray’ın şehir merkezini arabayla geçiyoruz. Fazla bir şey
yok gibi. Günlerden 18 Mart. “Çanakkale Şehitlerini Anma Günü”olmasından ötürü
şehir merkezindeki anıtın önü çelenklerle dolu. Resmi binalar Türk bayrakları
ile donatılmış. Kent merkeZinin içinde ufak bir tur atıyoruz. Meydanda
bulunan 1539 yılında Sadrazam Mehmet Ayas Paşa tarafından yaptırılan Ayas Paşa
Camini gördükten sonra yola koyuluyoruz.
Bir sonraki durağımız Vize. Yine bilindik yol manzaraları eşliğinde
Vize’ye giriyoruz. Karnımız iyiden iyiye acıkıyor. “Bolulu Hasan Usta”
pastanesinde bir şeyler yeriz düşüncesiyle mola veriyoruz. Yaklaşık yarım saat
bekliyoruz ancak bir tostu yapıp getiremiyor müessese sahibi. Biz de kızarak
sabak kahvaltısını pas geçerek Kırklareli’de öğlen yemeğini yeriz diyerek yola
koyuluyoruz.
Yol üzerinde Istıranca Çiftliğine uğruyoruz. İnek peyniri, kaşar ve
tava yoğurdu alarak yolculuğumuza devam ediyoruz.
Poyralı Köyünden geçiyoruz. Köyün hemen girişinde Poralı Köyü
Şehitliği bizi karşılıyor. Köy özellikle son Bulgar ve Yunan istilasından en
büyük zararı gören ve istilanın Enez-Midye hattının kırılıp İstanbul’a kadar
dayanmasına mani olan kanlı çarpışmaların yaşandığı önemli bir köy. Poyralı Köyü
şehitliği de bu savaşlardaki isimsiz kahramanlara adanmış. Köyün Pekmezi de
bayağı ünlü. Köyden geçerken Poyralı pekmezinden alabilirsiniz.
Yolculuğumuz Kırkalareli istikametine doğru devam ediyor.
Pınarhisar’ın Erenler köyünden geçerken yolun sol tarafında “Binbir Oklu Ahmet
Baba Türbesi”ni görüyoruz. 14. yy sularında yapıldığı söylenen türbe sekizgen
planlı ve kesme taştan yapılmış. İnternetten yaptığım alıntıya göre Binbir Oklu
Ahmet Bey için söylenen şöyledir:
“Binbir Oklu Ahmet Bey, Osmanlı'nın Trakya'yı fethinden itibaren bölgenin
Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması'nda büyük yararlılıklar göstermiş bir zat.
Büyük hizmetleri karşısında Erenler Tekkesi kendsine tahsis edilmiş ve bu tekke
etrafında yöre İslam'laşmaya ve Bizans'ın köhne çürümüş zihniyetinin izlerini
silmeye başlamış. Efsane budur ki, Ahmet Baba ( Ermiş olduğuna inanılan kişilere
yörede Baba ünvanı halkça verilmektedir...) çarpışma sırasında yiğitçe dövüşür
ve binbirinci ok ancak onun son nefesini vermesine sebep olur.”
Saat 11:30 gibi Kırklareli’ne varıyoruz. Kentin merkezinde
aracımızı park ediyoruz. Şehir merkezini yürüyerek kısa zamanda
gezebiliyorsunuz. İlk başta kent merkezinde dikkat çeken bir arasta (1383 ylında
Köse Mihailzade Hızır Bey tarafından yapılmış) ve karşı tarafta yine aynı
yıllarda yapılmış olan Hızır Bey cami mevcut.
Cumhuriyet Meydanından garaj istikametine giderken sağ tarafta şehrin müzesini görüyoruz. 1894 yılında kurulmuş bu yapı, 1962 yılına kadar Belediye Binası olarak hizmet vermiş. 1990’larda restore edilen binanın dışında dört sutun üzerine kurulu bir cumba mevcut. Giriş ücretsiz.
Cumhuriyet Meydanından garaj istikametine giderken sağ tarafta şehrin müzesini görüyoruz. 1894 yılında kurulmuş bu yapı, 1962 yılına kadar Belediye Binası olarak hizmet vermiş. 1990’larda restore edilen binanın dışında dört sutun üzerine kurulu bir cumba mevcut. Giriş ücretsiz.
Müzenin karşı tarafında 1640 yılında yapılmış Karaca İbrahim Cami
var. Caminin kubbesi yok.
Tek minareli caminin giriş kapısında yazan yazı öğüt doluydu:
Tek minareli caminin giriş kapısında yazan yazı öğüt doluydu:
Trafiğe kapalı bir cadde keşfediyoruz. Burası gençlerin sosyalleştiği sağlı sollu kafetarya ve esnaf lokantalarının olduğu bir yer. Karnımızı buradaki mekanlardan birisinde doyurduktan sonra bu caddeyi geçip, istasyon caddesi tarafına doğru yürümeye başlıyoruz. Genişçe bir meydana ulaşıyoruz. İlin vilayet binasının olduğu bu alandan geçerek İstasyon caddesine doğru ilerliyoruz. İstasyon caddesine giden yol ağaçlarla kaplı. Genci yaşlısı bu caddede yürüyor. Bu caddenin sonuda Kırklareli stadyumuna ulaşıyoruz. Stadyumda bir maç var. Taraftarların tezahüratları caddede yankılanıyor, derken gol sesi geliyor. Önceki akşamın derbi maçında 90+4’te kaçan golün verdiği hüzünle yolumuza devam ediyoruz. Nihayet İstasyon binasına ulaşıyoruz. Artık trenlerin geçmediği bir istasyon burası. Fotoğraflarını çekiyoruz ve geri dönüş yolumuza başlıyoruz.
Yaklaşık 2,5 saatlik bir gezi sonrasında tekrar arabamıza
biniyoruz. Kırklareli’den çıkıp bağlantı yolu vasıtasıyla TEM otobanına
çıkıyoruz. Yaklaşık iki saat süren bir yolculuğun ardından İstanbul’a
varıyoruz.
Günübirlik Trakya gezimiz sonrasında içimiz bir tuhaf oldu. Edirne
gezimiz sonrasında içimizde çok güzel hisler vardı. Şehir eskiydi ancak müthiş
bir restorasyon hamlesi vardı. Kültür, tarih, din ve turizm içiçeydi. İstanbul’a
bu kadar yakın ama bu kadar gelişime açık bir ilin olması bizi fazlasıyla memnun
etmişti. Ancak, Kırklareli gezisi sonrası bu hislerimizin yerini biraz hayal
kırıklığı aldı. Az gelişmiş, alt yapısı zayıf, ekonomisi gelişmemiş bir kasaba
görünümünde bir ili ziyaret ettik.
Ama yine de 18 Mart “Çanakkale Şehitlerini Anma” gününde çıktığımız
bu gezimizde vatan toprağının her bir karışının ne derece mukaddes olduğunu
(yolları bozuk, kentleşmesi kötü olsa da) içimizde hissettik. Memleketimizin bu
güzide yerlerine daha fazla gidilirse, iç turizmin gelişeceği kanaatindeyiz.
Başta yerel yönetimler, karayolları idaresi ve de sivil toplum kuruluşlarının bu
değişimi destekleyeceklerini ümit ederiz.
Sevgiyle kalın,
Gezi Tarihi: 18 Mart 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder