HAVANA: 12/11/2010 Cuma
PURO, SALSA, ESKİ AMERİKAN ARABALARI VE
SOSYALİZM
Küba
seyahatimiz bir hayalin gerçeğe dönüşmesi miydi yoksa bir hayal kırıklığı mıydı
tam adını koyamadık. Ancak, Fidel hayatta iken Sosyalizm’in son kalelerinden
birini dünya gözüyle görmek, en azından o havayı teneffüs etmek bizim için bir
ayrıcalık oldu. Gezimizin geneline dair izlenimimiz olumsuz olmasına rağmen,
bölge insanının elli küsür yıldır ağır ambargo altında olmasının verdiği derin
yaraları da bir kenara not etmemizde fayda
var.
Küba’ya seyahatimiz özel bir tur şirketi vasıtasıyla yaklaşık 40 kişilik
bir grup ile gerçekleşti. Turun Kurban Bayramına denk gelmesi sebebiyle bizim
dışımızda Türkiye’den Küba’ya başka gruplar da gidiyordu. Hal böyle olunca,
Küba’ya yaklaşık bir 100-120 kişilik turist kafilesiyle
uçuyorduk.
Açıkçası biraz acele planlanmış bir tur olduğu için öncesinde çok fazla
hazırlanma fırsatımız olmamıştı. Turda bulunan bazı arkadaşların yanlarında
sabun, defter, kalem, kitap, silgi, mendil vs. getirdiklerini ve bunları yerel
halka verdiklerini görünce kendi payımıza üzüldük. Planlarımızı (uzun uçak
yolculuğunda okunmak üzere) yanımıza aldığımız gezgin notlarının okunması
üzerine yapmıştık. Küba’da olduğumuz sürece anladık ki bundan daha fazlası
gerekliymiş. Hem kişisel ihtiyaçlar açısından hem de bölge insanlarının
ihtiyaçları açısından.
12
Kasım Cuma günü sabah 04:00 civarında AHL
tur yetkilileri ile buluşup, 06:00 da kalkacak olan THY Madrid uçağına
sorunsuz bir şekilde biniyoruz. İstanbul-Madrid uçuşu 3,5 saat civarı. Kaptan
pilot esprili ve zaman zaman üzerinden geçtiğimiz yerler hakkında bilgi veriyor.
Nice ve özellikle Marsilya yukarıdan güzel gözüküyor. Hava açık. Rahat bir
şekilde Madrid havaalanına iniyoruz. Kalabalık Türk kafilesiyle beraber transit
alanda Cubana Havayolları’nın olduğu kontuara gideceğiz ancak elimizde biletler
yok. Biletlerin gelmesini bekliyoruz.
.
Bekleyiş uzadıkça insanlar huzursuzlaşıyorlar, her kafadan bir ses
çıkıyor. Kafile rehberleri de olaydan bihaber. Neyse sorun bir şekilde çözülüyor
ve bizi Küba’ya götürecek uçağa biniyoruz. Uçak Madrid saati ile 14:00 da
kalkacak. Transit alanda yaşanan bilet karmaşasının bir başka versiyonu da bu
sefer uçaktaki koltuk numaralarında yaşanıyor. Dile kolay havada 10 saate yakın
uçuyorsunuz ve yanınızdaki eşiniz ya da arkadaşınız değil. İnsanlar
birbirleriyle yer değiştirme telaşında. Biz yerimize oturuyoruz. Şanslıyız.
Kimileri de rehberleri gözüne kestirmiş, hınçlarını onlardan çıkarıyorlar. Hadi
hayırlısı, daha beraber geçirilecek 7 gün var diyerek, kendimizi etraftan
soyutlamaya çalışıyoruz.
Cubana Havayollarına ait uçak devasa boyutlarda. Tamamen dolu.
Hosteslerin ve stewardların yaş ortalaması 50. Daha yolculuğun ilk saniyelerinde
“gözünü sevdiğimin THY’si..” ile
başlayan hayıflanmalar ağzımızdan dökülüyor. Yolculuk süremiz
İstanbul-Madrid-Küba arası bekleme olmaksızın 14 saat civarı. Buna bekleyişleri
ilave edersek 19 saati buluyor. 7 saat civarı saat farkını da göz önüne alırsak
gidiş yolculuğumuz 12 saat, dönüş yolculuğumuz ise 26 saati
buluyor.
On
saatlik bir yolculuğun ardından yerel saatle 19:30 civarı Havana Jose Marti
Havaalanına iniyoruz. Ağır ilerleyen pasaport ve bagaj kuyruğu insanın
sinirlerini zorluyor. Bir de üstüne yanımızda getirdiğimiz meyvelerin
görevlilerce alınması tuz biber oluyor. Sakin kalmaya çalışıyoruz. Havaalanı tam
bir keşmekeş. İnsanlar sigara, puro içiyorlar. Dumanaltıyız yani. Biran evvel
açık havaya çıkıp, temiz hava almak istiyoruz. Ruh halimiz negatif.Belki de tüm
günün yorgunluğu, stresi üzerimizde. Bir an evvel otele atmak istiyoruz
kendimizi. Grubun toplanması, otobüze biniş, yarım saat süren havaalanı-otel
transferinin ardından saat 21:30 gibi “Occidental Miramar Hotel” e
varıyoruz.
Transfer esnasında rehberin biraz
üstü kapalı şekilde Havana’nın gece
hayatı ile ilgili verdiği bilgiler sonucunda, kafiledeki bazı yalnız kovboy
arkadaşların Küba’ya başka niyetlerle geldiğini anlamamız zor
olmuyorJ
Otele giriş yaparken lobi barda daha sonra bütün bir hafta duyacağımız
Hasta Siempre-Comandante Che Guavara, Guantanamera, Buena Vista Social Club-Chan
Chan eşliğinde ilk Cuba-Libre’lerimizi (Havana Club rom + cola) yudumluyoruz.
Oda anahtarımızı alıp, yatağın yolunu tutarken bazıları için gece yeni
başlıyordu...
13/11/2011-Cumartesi
Saat
10:00 gibi otelimizden hareket ediyoruz. Miramar Bölgesinden ayrılıp, 7 km
uzunluğundaki Malecon Caddesini (sahil yolu-İzmir Kordon Boyuna çok benziyor)
takip ederek merkeze gidiyoruz. Hava yağışlı, ancak kapalı değil. 78% oranında
nem var. Malecon caddesinin sahil tarafı Atlantik Okyanusu. İnsanlar akşamları
bu sahile akın ediyorlar. Cadde üzerinde Amerikan Elçilik binasını geçiyoruz.
Binanın önünde yüksek ve çok sık dikilmiş direkler dikkat çekiyor. Söylenene
göre, devrim günlerinde Amerika’nın elçilik binasından Küba’lı gençlere yönelik
yapılan kampanyaları engellemek için Küba yönetimi bu direklere siyah bayrak
asarlarmış.
İlk
olarak Devrim Meydanı’na (Plaza de la Revolucion) geliyoruz.
Geniş bir meydan. Genelde siyasi mitinglerin yapıldığı bir alan. Bu bölge
1950’lerde diktatör Batista tarafından yapılan yüksek binalarla dolu bir yer.
Alanın bir yerinde, göğe doğru sivrilen ve bir roket atma rampasını betimleyen
dev mermer dikilitaş ve ünlü halk kahramanı Jose Marti heykeli yeralmakta.