Kategoriler

1 Aralık 2012 Cumartesi

ROMA'da Aşk Başkadır...

Roma seni ne kadar anlatsak az. Avrupa’nın çoğu ülkesini gezip, İtalya’ya iki defa uğrayıp seni bu kadar sona bırakmamız tesadüf olamaz. Demek ki “Assolist” muamelesi görmen gerekiyormuş. 3 bin yıllık romantik, masalsı ve mimari başyapıtlarla dolu bu şehre yolculuğumuz şimdi başlıyor.


Sabiha Gökçen Havaalanından 11:50 sularında havalanan uçağımız bizi 13:30 gibi Roma’ya indiriyor. Bagaj, pasaport ve tura katılan misafirlerin toparlanma molasının ardından otobüsle Roma merkeze doğru hareket ediyoruz.



Roma, Avrupa tarihinde önemli bir nokta.

Yedi tepe üzerine kurulu muhteşem bir şehir.

3000 yıl öncesinden gelen tarihi doku çok iyi korunmuş, her adım tarih.

Mimari başyapıtları ve doğal güzellikleriyle en romantik şehirlerden belki de en iyisi.

“Aşıkların Azizi” olarak bilinen Valentine de bu topraklarda hayat bulmuş...

Aşk bir başka anlam buluyor bu diyarlarda.


Hava açık, parlak ve de en önemlisi yağışsız,

Dışarda, Şubat 11 için iyi sayılabilecek bir sıcaklık: 15 derece

Çevremiz yüksek sesle konuşan neşeli insanlarla dolu,

Yemek yeme güdüsü içten içe bünyeyi zorluyor,

Dondurma dondurma dondurma.... Bir fenemon buralarda

Klasik İtalyan erkeği: Büyük gözlük, boyunda atkı ve dar pantolon...



Şehir turuna planlandığı üzere Vatikan Kilisesi’nden başlıyoruz. Vatikan o kadar etkileyici ki onun için ayrı bir gezi yazısı yazdık.


Şehrin merkezine yaklaştıkça heyecanımız bir kat daha artıyor. Zira Vatikan Kilisesinin üzerimizde bıraktığı dinsel etkiden sıyrılmaya çalışırken kendimizi müthiş bir tarihin ortasında buluyoruz. Neler mi? Aslında Roma’ya gelip de görülmesi şart olan şeyler...


Venedik Meydanı (Piazza Venezia): Roma’nın en heybetli yapıtlarından birisi olan ve İtalya Birliği’nin kurulmasında büyük katkı sağladığı bilinen Vittorio Emanuele’nin anıtı bu meydanda bulunuyor. Meydan, Venedikli Kardinal Pietro Barbo tarafından yapıldığı için Venedik Meydanı adını almış.






Meydan içinde barındırdığı öğelerle hem çok hareketli hem de çok merkezi. Buradan dört farklı yöne yolculuk yapacağız:


A) “Via Del Corso” caddesini takip ederseniz Piazza Del Popolo’ya ulaşacaksınız. Ulaşırken neler mi göreceksiniz. Aşk, tarih, eğlence, sosyalleşme, geniş meydanlar ne ararsanız hepsi burada. Yalnız dikkat: her sokağa gireceğiniz için bol bol yürüyeceksiniz. Rahat bir ayakkabı şart. Yoruldum demek yok, pes etmek yok. Zira görecekleriniz bu zamana kadar gördüklerinizi unutturacak cinsten. Bizden söylemesi.


FONTANA Dİ TREVİ (Aşk Çeşmesi): Dar sokaklardan geçerek elimizdeki haritadan Aşk Çeşmesi’ni bulmaya çalışıyoruz. Yönümüz doğru çünkü yaklaştıkça artan bir insan kalabalığı ve bu kalabalığın gürültüsünü bastıran su sesini duyuyoruz. Karşılaştığımız manzara tahminlerimizin üzerinde çıkıyor. Karşımızda, 18. yüzyıl barok mimari tarzının hayata geçirildiği 26 metre yüksekliğinde devasa bir yapı duruyor. Mimar Nicola Salvi imzalı bu eser (çeşme demeye dilimiz varmıyor) inanılmaz. Kayalar,çeşmeler ve havuzlar cümbüşü içindeki mitolojik yaratıklardan oluşan bu eser aslında eski bir sarayın ön yüzü. Gecenin bir karanlığında muhteşem aydınlatmasıyla turistlerin ilgisini çekiyor. Rivayet odur ki çeşmeye madeni para atarken tuttuğunuz dilek daima gerçek olurmuş. Zira bu güzellik karşısında, “tekrar Roma’ya gelme” yi dilemekten başka aklınıza bir şey gelmiyor. Bolca fotoğraf çekin, muhteşem eserin her kıvrımını inceleyin, çeşmeye para atın, dileğinizi tutun ve çevredeki insanların şaşkın bakışlarını inceleyin.




PANTHEON (Bütün Tanrıların Tapınaği): İ.S. sonra 125 yıllarında yapılmış bu kilise eski Roma’nın en iyi korunmuş anıtı. Muhteşem. İçine girdiğinizde ne demek istediğimizi anlıyacaksınız. Zira iç mekanda, yukarıdaki süslü kubbeye bir bakmanız yeterli olacak. Herhangi bir destekleyici ünite olmaksızın duran 43 metre çaplı kulesi ile tam bir mühendislik dehası. Kafanızı kaldırın, kubbenin tam ortasındaki deliğe bakın ve hem güneşin hem de yağmurun tadını çıkarın.







PIAZZA Dİ SPAGNA (İspanyol Merdivenleri): Buluşma noktası. Her daim kalabalık. Merdivenler baharda pembe açelyalarla süsleniyor, yazın ise modacıların podyumu havasına bürünüyormuş. Merdivenlerin en üst kısmında Fransız kilisesi “Trinita dei Monti”, en aşağısında ise batık bir gemi şeklinde olan Bernini imzalı mermer çeşme var. Merdiven basamaklarında insanlar oturmuş, konuşuyorlar.




(Bir yerel lokantanın duvarından çekilmiştir)



Elde şehir haritası, ara sokaklarda kaybolarak şehrin önemli meydanlarına ulaşmaya çalışıyoruz. İlk karşımıza çıkan CAMPO DE’ FIORI meydanı oldu. Meyve, sebze ve çiçekleri ile ünlü bu meydanda çiçekleri koklayın, meyvelerin tadına bakın. Meydanın ortasında bulunan 1600'lü yılların ünlü filozoflarından Giordano Bruno’nun heykelini dikkatlice inceleyin. Bruno’nun yüzündeki hüznün, karşı devrim sırasında canlı canlı yakılmasının verdiği acıyı yansıttığını düşünün.







Kısa bir yürüyüş mesafesinde bulunan PIAZZA FARNESE’ye ulaşın. Sevimli meydanı tavaf edin. Meydanın ve şimdilerde Fransız Büyükelçiliği olarak kullanılan Farnese Sarayının dış cephesini fotoğrafladıkatan sonra bir sonraki meydana doğru harekete geçin. Durmak yok, yola devam edin. Şehrin bu bölgesinde görülecek daha en az iki meydan daha var.


PIAZZA NAVONNA: Meydana geldiğinizde içinizi neşe kaplayacak. Hareketli bir yer burası. Sokak ressamları yaptıkları resimleri sergiliyorlar. Meydandaki Bernini imzalı “Dört Nehir Çeşmesi” dikkat çekiyor. Çeşmenin detaylarındaki işçiliği inceleyip Bernini ustaya sevgiler gönderdikten sonra Tevere nehri kıyısından yürüyerek bu bölgedeki son meydana ulaşın.




PIAZZA DEL POPOLO: Hafta sonu ve hava güzel olduğu için meydan çok renkli ve hareketli. Meydan; 1818 yılında düzenlenmiş ve şehrin en eski dikilitaşını barındırmakta. Etrafı kilise ve tarihi kemerlerle dolu. Biraz soluklanmakta fayda var. Uzun bir yürüyüşün bünyede buraktığı yorgunluğu atmaya fırsat vermeden, çivi çiviyi sökermiş misali yeniden yola koyulun. Bu sefer nehir kıyısından değil de Via Del Corso caddesini takip ederek Venedik Meydanına dönmeye karar verirseniz, çok renkli sahneler göreceğinize emin olun.





B) “Via Del Fori Imperiali” istikametine doğru ilerlerseniz, Roma’nın sembolü Kolezyum’a doğru gidiyor olacaksınız. Neler mi var bu tarafta:


FORO ROMANO-Roma Forumu: Roma İmparatorluğunun kalbi burası. Sakın forumu çözmeye uğraşmayın. Etrafta bir çok tarihi kalınıtı, taş ve mermer blokları göreceksiniz. Bol bol etrafı gözlemleyin. Hayal gücünüzü çalıştırın ve üzerinde bulunduğunuz toprakların aslında bir döneme damga vurmuş imparatorluğun idari, ticari ve dini merkezi olduğunu düşleyin. Bol fotoğraf çekin, çekilin. Tarihin zamanla dansına tanıklık edin ve bu antik uygarlığın günümüze gelen izlerine romantik bir dalış yapın.




PALATINO TEPESİ: Burası varlıklıların ve soyluların oturduğu bir semt olarak biliniyor. Bu tepeden Roma Forum’un manzarası müthiş.


COLOSEO-Kolezyum: Ne muhteşem heykeller, ne renkli meydanlar ne de müthiş korunmuş kiliseler. Kentin esas simgesi O. Roma deyince akla meşhur kolezyum geliyor. İS 72-80 yıllarında köleler ve mahkumlar tarafından yapılmış dört kademeli, elips şeklinde 50,000 kapasiteli amfitiyatro, gladyotörlerin kanlı çarpışmalarına ev sahipliği yapmış. Turistlerin ilgisini çekiyor. Ama öyle böyle değil. Girişteki kuyruk 400-500 metre kadar uzuyor.

İçeri girdiğinizde gladyatörlerin savaştığı koridorları görüyorsunuz, seyircilerin taştan sıralarda sosyal statülerine göre oturduğunu anlıyorsunuz. Çok etkileyici. Tarih bu olsa gerek. İS 72-80 ne demek! Müthiş bir tarih bilinci, müthiş bir koruma duygusu ve tabi ki turist akını. Bir turizm markası. Roma’da yapılacak “ilk on şey” listesinin en başına yazın bizce. Fotoğraf makinasının pilini ve belleğini kontrol edin. Ha bir de unutmadan erken saatte gidin. Yoksa zaten turistik olmuş bir mekanda, özellikle çekik gözlü kardeşlerimizle muhabbetli bir Kolezyum turu yapmanız kaçınılmaz olur.





C) “Via Nazionale” istikametine giderseniz Piazza Della Republica’ya ulaşacaksınız ve buradan çok kısa bir yürüyüşle Roma Tren Garına varacaksınız.


D) “Via Del Teatro Di Marcello” yu takip ederseniz de Tevere nehrine geleceksiniz. Nehrin karşı tarafı “Trastevere” diye biliniyor. Eski zamanlardan bu yana geleneksel işçi sınıfının oturduğu bu bölge günümüzde şık restoranların, kulüplerin olduğu bir cazibe merkezi olmuş. Roma’ya gelip de bu bölgede ister şık bir restorantta ister bir ev yemekleri yapan “Trattoria” da akşam yemek yemenizi öneririz. Biz öyle yaptık. Alle Frotte Di Trastevere’de lokal bir Trattoria’da, Montepulciano şarabı eşliğinde ızgara sebze, karışık salata, mantarlı ravioli ve porçini mantarlı fettucini yedik. Kırmızı şarap enfesti.


Roma seni nasıl özetlesek: Kolezyum, tarih, medeniyet, din, Vatikan, aşk, romantizm, rönesansın izleri, çeşmeler, meydanlar çok şey var çok. Siz en iyisi bir Roma Pass Card alın. Roma’nın altını üstüne getirin. Göreceksiniz çok mutlu olacaksınız. Bizden söylemesi.
 
Sevgiyle kalın,
Gezi Tarihi: 11 Şubat 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder