Mayo, havlu
biraz da yolda atıştırmalık nevale alarak Bardakçı koyunda bulunan Azka Otel’den
ayrılıyoruz. Günlerden Pazar ve Bodrum daha henüz uyanmamış. Bodrum Kalesi’ne 15
dakikalık yürüyüşün ardından ulaşıyoruz. Limanda hatırı sayılır bir kalabalık
var. Malum son dönemlerde Yunan Adalarına seyahat çok popüler. Bodrum’a
gelmişken Yunan Adalarına uğrayayım diyen yabancı turistler de hiç az değil.
Bodrum Gümrüğü ve arkada Bodrum Kalesi
Neretzia Kalesi
Gümrük işlemlerinin uzaması biraz sinirleri geriyor, ama yapacak bir şey yok. Nihayet Kos Adası’ndayız. Günübirlik bir seyahat olduğu için zaman kısıtlı. Saat 16:30 da geri dönüş. Planlamayı iyi yapmamız gerekiyor. Bir de denize gireceğimizi hesap ederseniz biraz hızlı bir tur olacağa benziyor. Feribotta aldığımız Kos Adası broşürü ve bir feribot görevlisinin vermiş olduğu tavsiyeler çok faydalı oluyor.
Üstüne internetten derlediğimiz Kos Adası’na ilişkin gezi yazıları da adayı biliçli gezmemizi sağlıyor.
Önce biraz
Ada hakkında bilgi verelim:
13. yy da
Haçlılar adayı işgal ediyor ve St. John Şövalyeleri Osmanlı saldırılarından
korunmak için girişteki Neretzia Kalesini 1314 yılında inşa ediyorlar ama
nafile. 1522 yılında Kanuni ordularına yenik düşen şövalyeler Rodos’a kaçarken,
ada 400 yıl Osmanlı’nın egemenliğinde hayatını sürdürüyor. 1912 yılında
İtalyanlar’a geçen ada, 1948 yılında 2. Dünya Savaşı tazminatı olarak İtalyanlar tarafından Yunanlılara
veriliyor.
Adanın bir
başka önemli figürü de M.Ö 5. yy da yaşadığı bilinen, bugünkü modern tıppın
babası sayılan Hippocrates. Bu değerli bilim adamının Kos’da doğduğu, yaşadığı
ve öğretilerini bu adada yaydığı biliniyor. Şehrin 3-4 km yakınında bulunan
“Asklepion Sitesi ve Tıp Merkezi” antik çağlardan beri Kos’un en popüler
monumental yapısı olarak biliniyor. Hippocrates ve O’nun tıp okulu, bilimsel
tıbbı ilk kez burada geliştirmeye başladıkları söyleniyor. Şehrin bu bölümüne
limandan kalkan mavi trenlerle ulaşılabiliyor.
Ada’nın
merkezi dışında görülecek başka sahil kasabaları da var: Plajlarıyla öne çıkan
Tigaki ve Marmari, Dikaios dağında yeralan Zia köyü, uzun sahil şeridiyle ünlü
Kamari ve Kardemena da gezilebilecek diğer yerleşim yerleri olarak öne
çıkıyor.
Artık biraz
gezelim:
Girişteki
Neretzia Kalesi’nde dalgalanan uçları parçalanmış Yunan bayrağını görünce
şaşırıyoruz. Gümrük işlemleri sonrası kale duvarlarının hemen yanından şehir
merkezine doğru ilerliyoruz. Liman da bir çok Türk bayraklı tekne görülüyor.
Rotamız önce
Türk Valisi Hacı Hasan’ın 1792’de yaptırdığı Loziya (Loggia=Lonca) camiyi
ziyaret etmek. Cami sahip olduğu değişik mimariyle dikkat çekiyor. Pencereleri
kırık, avlusu hediyelik eşya dükkanları ile doldurulmuş. Osmanlının izlerini
koruyor ancak bakımsız ve işlevsiz.
Loziya Cami
Caminin şadırvanının arkasında bulunan ve adaya damgasını vurmuş meşhur Hipokrat ağacı var. Hipokrat’ın bu ağacın altında ders verdiği rivayet ediliyor ancak bunun doğru olmadığı, agacın yaşı bilimsel olarak tespit edildiğinde anlaşılıyorJ
Loziya Cami
Caminin şadırvanının arkasında bulunan ve adaya damgasını vurmuş meşhur Hipokrat ağacı var. Hipokrat’ın bu ağacın altında ders verdiği rivayet ediliyor ancak bunun doğru olmadığı, agacın yaşı bilimsel olarak tespit edildiğinde anlaşılıyorJ
Loziya
Cami’den ayrılarak begonvillerle bezenmiş dar bir ara sokaktan ilerlerken sol
tarafımızda Hellenistik çağdan Ortaçağ’a uzanan döneme dair izler taşıyan adanın
en büyük antik sitesi beliriyor.
Sokak
bitiğinde karşımıza Eleftherias Meydanı geliyor. Meydanda bulunan Defterdar Cami
bizi kendisine çekiyor. 18. yy da zamanın vergilerini toplayan Osmanlı
Defterdarı İbrahim Efendi tarafından altındaki iki dükkala birlikte inşa edilen
bu camiye; ramazan ayında olmamızdan dolayı Diyanet İşleri, Trabzon’dan bir
görevliyi geçici olarak atamış. Görevli, kendi vatanından birilerini görmenin
mutluluğuyla gelen ziyaretçilere tek tek memleketini soruyor. Belli ki biraz
sıkılmış. Bildiklerini anlatıyor, adadaki müslüman cemaate dair bilgi
veriyor.
Defterdar Cami'nin iç bölümü
Defterdar Cami'nin iç bölümü
Eleftherias
Meydanı kafeterayalarla dolu tam bir piyasa yeri. Meydanda Yunan ve Roma
uygarlıklarına ait eserlerin sergilendiği güzel bir arkeoloji müzeside var.
Sanata ilginiz varsa içeride bir tur atarsınız, yarı tanrı Asklepios’un
Hippocrates tarafından karşılanışını resmeden mozaikleri görürsünüz yoksa
meydandaki kafelerden birisinde oturur, “frappe” molası verirsiniz.
Arkeoloji Müzesi
Arkeoloji Müzesi
Meydana açıkan kapı ve muhteşem begonviller
Belediye Pazarı
Meydanda
bulunan 1933-1935 yıllarında İtalyanlar tarafından yapılmış, günümüzde
manavların ve baharatçıların yer aldığı “Belediye Pazarı”nın içinden geçerek St.
Paraskevi Kilisesine ulaşıyoruz. Kilise 1931-32 yıllarında Mimar Orsini
tarafından Bizans stilinde yapılan bir Yunan Kilisesi. Dışardan ve içerden
foroğraflıyoruz.
Kilisenin arka bölümü
Kilisenin giriş bölümü
Kilisenin iç kısmı
Adanın “eskişehir” denilen bölülerinde geziyoruz. Kafeler, hediyelik eşya satan dükkanlar, barlar, mağazalar ve dar sokaklar. Geziyoruz, geziyoruz. Karşımıza sadece minaresi ayakta kalan eski bir Osmanlı Cami kalıntısı geliyor.
Minarenin duvarındaki yazı
Ara
sokaklarda ilerlerken karşımıza “Batı Arkeolojik Sitesi” diye bilinen bölge
geliyor. Kalıntılardan pek fazla anlam çıkaramıyoruz ancak sonradan
öğrendiğimize göre bu bölge, içinde “Europe’nın Kaçırılışı” mozaiğinin bulunduğu
Roma Evi, Therma, iki hristiyan kilisesi ve başka mozaikleri barındırıyor.
Sonrasında
ara sokaklardan geçerek tekrar liman bölgesine gidiyoruz. Arada ufak şepaller
görüyoruz.
Rıhtım
bölgesine indiğimizde kale tarafının tam ters istikametine yöneliyoruz. Zira bu
bölgede güzel plajlar olduğunu gemi adaya yaklaşırken gözlemlemiştik. Adanın bu
bölümünü gezdiren (yaklaşık 30 dakika sürüyor) mini tren turları var. Bu tura
katılıyoruz. Yaklaşık 15 dakika mini trenle sahil yolunda geziyoruz (bu arada
güzel plajları görüyoruz), dönerken de başka
bir ana caddeyi takip ediyoruz.
Artık, yüzme
vakti geliyor. Gözümüze kestirdiğimiz bir plaja gidiyoruz ve kendimizi Ege’nin
sularına bırakıyoruz. Deniz hafif dalgalı ve biraz kirli; plaj ağırlıklı
Norveç’li ve İsveç’li gençlerin oluşturduğu turistler tarafından doldurulmuş.
Açıkçası fazla hoşumuza gitmiyor. Bir de müziğin şiddeti yüksek olunca bir kez
daha denize girmeden plajdan ayrılıyoruz.
Plajdan görüntü
Karnımız
iyiden iyiye acıkmaya başlıyor. Gemide aldığımız tavsiyeyi dikkate alarak St.
Paraskevi Kilisesinin arka tarafında bulunan meydadaki bir restoranta gidiyoruz.
Kalamar dolma ve yanında patates yemeye karar veriyoruz. Tabi ki buz gibi bir
Mythos bira. Daha ne isteyelim.
Yemeği bir
güzel afiyetle yedikten sonra yavaş yavaş dönüş yoluna koyuluyoruz. Gümrük
işlemlerini müteakip adadan ayrılıyoruz.
Gemide
yaptıklarımızı düşünüyoruz. Yine dolu dolu geçen bir gün: tarih, kültür, din,
deniz ve balık. Adadan ayrılırken “gelecek yıl hangi Yunan adasına gitsek?”
sorusunu soruyoruz kendimize. İyi ki gelmişiz ve görmüşüz bu sevimli
adayı...
Sevgiyle
kalınız.
Gezi tarihi: 12 Ağustos 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder