Kategoriler

22 Kasım 2012 Perşembe

RODOS-Şövalyeler Adasında Bir Gün

Yaz tatili programını Bodrum-Marmaris-Fethiye hattında yaparken araya bir Yunan adası alma fikri çok cazip gelmişti. Kos adasını (İstanköy) bir sonraki gezi planımıza alarak rotamızı Rodos olarak belirledik.


Sabahın erken bir vaktinde Selimiye’deki butik otelimizden ayrılmış, saat 08:00 sularında bizi Rodos’a götürecek katamaranın kalkacağı Marmaris’in Aksaz bölgesindeki limana ulaşmıştık. Kişi başı 45 euro ödeyerek aldığımız biletlerle önce bilet sonra pasaport kontrolünden geçerek saat 09:00 gibi Marmaris’ten ayrılmış, yaklaşık 50 dakika süren keyifli bir yolculuğun ardından Rodos’a ulaşmıştık. Dönüşümüz aynı günün akşamı saat 18:00 gibi olacağından Rodos’ta bulunacağımız süreyi planlı bir şekilde geçirmemiz gerekiyordu.


Esasen önümüzde iki gezi alternatifimiz vardı: a) Şehrin önce “old town” denilen eski şehir bölümünü gezecek, yat limanı kısmında bulunan önemli yapıları görecek ve sonrasında kendimizi Rodos merkezinde bir plaja atacaktık ya da b) Eski şehri gezdikten sonra bir araç kiralayıp Rodos merkeze 47 km mesafede olan inci kumsallarıyla ünlü Rodos’un ikinci büyük şehri Lindos’a gidecek, ‘Dor’ medeniyeti tarafından yapılmış antik şehrin kalıntılarını görecek, merkezdeki çarşıyı gezecek, şehirdeki kaleye eşeklerle çıkıp kalenin bulunduğu tepeden (Akrapol tepesi) hem muhteşem manzarayı seyredecek hem de Athena Tapınağını görecektik. Programın öğleden sonraki bölümünün zaman açısından biraz sıkıntılı olacağına karar verdik ve Temmuz sıcağının bünyemizde vereceği tepkileri de göz önüne alarak birinci alternatifi uygulamaya koyduk.


Katamaran, Rodos’a yaklaşırken gördüğümüz manzara içimizi ısıtmaya yetti. St. John şövalyeleri zamanında yapılmış şehrin kale surları ve surlar içinde bulunan Osmanlı’dan kalma iki caminin yükselen minareleri ile liman bölgesinde bulunan yel değirmenleri bizi selamladı. Adaya ayak basmamızı takiben pasaport kontrolü ve sonrasında ver elini Rodos.





Adadaki turumuza başlamadan önce sizleri sıkmadan ada ile ilgili şu bilgileri paylaşmak isterim:


  • Rodos, oniki adaların en büyüğü ve başkenti. Yunanistan’ın Meis adası hariç en doğuda bulunan adası.
  • Antik Yunanca’da Rodos “gül” anlamına gelmekte.
  • Bozburun yarımadasına sadece 18 km mesafede.
  • 2004 sayımında nufus 130,000 kişi, bunun 55,000 kişisi Rodos şehrinde yaşamakta.
  • Ada’ya ulaşım havayolu (Diagoras International Airport) ya da deniz ulaşımı (Marmaris, Fethiye) ile yapılıyor.
  • Rodos (adanın kuzey ucudur) merkezi dışında Faliraki, Lindos, Arçangelos, Afandu, Tiranta gibi küçük köyler ve dinlenme yerleri var.
  • Adanın en önemli gelir kaynağı turizm; senede iki milyonun üzerinde turistin adayı ziyaret ettiği söyleniyor.

Biraz da adanın tarihçesinden bahsedelim:

  • Ada’da antik dönemde hüküm süren medeniyetler: Girit Uygarlığı, Dorianlar, Dorlar, Persler, Karyalılar vs.
  • Sonrasında ada, Bizansların hakimiyetine geçiyor ve 1309 yılında Rodos Şovalyelerinin adayı zapt etmesine kadar Bizans medeniyeti adada hakim güç oluyor.
  • 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman, adayı Rodos Şovalyelerinden alıyor ve ada 390 yıl Osmanlı hakimiyetinde bulunuyor.
  • Ada, 1912 yılında Trablusgarp savaşı sırasında İtalyanlar tarafından alınıyor, 1948 yılında oniki adalar ile beraber Yunanistan’a bırakılıyor.
  • Ada, 1923 yılında Türkiye-Yunanistan nufus mübadelesi sırasında İtalyan toprağı sayıldığından mübadele kapsamı dışında tutuluyor, bu yüzden adada ufak sayılabilecek Türk azınlık nufusu (3,500 kişi) bulunmakta.

Bilindik şahsiyetler:

  • Fatih Sultan Mehmet’in iki oğlundan biri olan şehzade Cem Sultan’ın, kardeşi II. Beyazıt’a savaş açması sonrasında Rodos adasında 12 yıl sürgün hayatı yaşadığını,
  • Beş yıl Midilli adasında sürgünden sonra Rodos mutasarrıflığına (vali ile kaymakam arasında olan idari bir rütbe) atanan Namık Kemal’in, bu adada 1884-1887 yıllarında göstermiş olduğu üstün performanstan ötürü padişahtan imtiyaz madalyası aldığını,

tarihi kayıtlar yazar.


Ada ile ilgili bu kadar faydalı bilgiden sonra seyahatimize kaldığımız yerden devam edelim.


Ada’ya giriş yaptığımızda dikkatimizi çeken ilk şey, sol tarafımızda bulunan devasa cruise gemileri oldu (Ki bu gemiler adaya ciddi anlamda turist taşımaktalar). Sonrasında, surların arkasında gizlenmiş eski şehre doğru adımlarımızı hızlandırdık.



Eski şehire girdiğimizde kendimizi, ortaçağdan kalma, çok iyi derecede korunmuş, herbir tarafı hediyelik eşya satan mağazalarla donanmış bir yerde bulduk. Bir mağazadan diğerine giriyor, bazen hediyelik uzo almak için öğle vakti nefis uzoların tadına bakıyor, bazen boy boy şövalye heykelleri için pazarlık ediyor, bazen de şövalyelere ait zırhlar ya da maskları deniyorduk. Burası, turistler için alışveriş cenneti gibi bir yerdi. Ana caddeden yürürken ara sokaklara dalmayı ihmal etmiyor, arnavut kaldırımlı tarih ve deniz kokan sokaklarda sevimli kafeterayalar ve barlar buluyorduk.





Caddede yürüyüşümüz eski şehrin en renkli meydanında son buldu. “Hipokrat Meydanı” olarak bilinen bu alanın tam ortasında çinili bir çeşme ve onun etrafında barlar, tavernalar, hediyelik eşya satan mağazalar ve kafetaryalar vardı.



Gerçekten çok renkli ve keyifli bir alandan geçerek yürüyüşümüze devam ettik. Ana caddeden yürürken kafamızı kaldırdığımızda Süleyman Caminin minaresi gökyüzünde yükseldiğini gördük ve yürüdüğümüz topraklarda aslında ecdadımızın izlerini sürdüğümüzü farkettik. Minarenin bulunduğu alana doğru hızlandığımızı anlamamız uzun sürmedi.





Süleyman Camini gördükten sonra hemen yanı başında bulunan “Saat Kulesi” ni ziyaret ettik.


Saat kulesinin maketi


Saat kulesinden görüntüler



Girişte ödediğiniz ücrete içeride içeceğiniz bir içki bedava. Saat Kulesinin en üst katına çıktığımızda muhteşem panaromik manzarasıyla Rodos şehrini karşımızda bulduk. Süleyman Cami, Mustafa Paşa Cami, Büyük Üstadlar Sarayı, daha ilerlerde büyük cruise gemileri, surların arkasındaki yeni şehir ve diğerleri. Hepsi Saat Kulesi’nin üçüncü katından çok daha net ve birarada gözüküyordu.


Kulenin terasında soğuk içeceklerimizi içerken biraz da mola vermiş olduk. Saat Kulesi’nin hemen yanında bulunan Hafız Ahmet Paşa Kütüphanesi’ne girdik. Bu kütüphaneyi, 1794 yılında Osmanlı erkanlarından Fethi Bey babası adına yaptırmış. Kütüphanenin girişindeki salonda sergilenen dökümanların dışında, salonun arka bölümünde ziyaretçilere kapalı olan alanda çok değerli kitapların, yazmaların ve özellikle de 1540 yıllarından kalma el yazması Kuranı Kerim’in olduğu söylenmekte.



Burayı hızlı bir şekilde gezdikten sonra adımlarımızı Büyük Üstadların Sarayı’na (Palace of the Grand Master) doğru yönlendirdik.Şövalyelerin inşa ettirdiği bu kale, aslında şövalyelerin idari merkezi olarak da kullanılıyormuş. Saray, 1856 yılında yanıbaşında bulunan kilisedeki barutların yıldırım sonucu patlamasıyla büyük ölçüde zarar görmüş ve onarılmış. Bugün bile Avrupa Birliği fonlarıyla onarımı devam eden Saray, turistler için bir cazibe merkezi olmakta.







“Unesco Dünya Mirası Listesi” nde bulunan bu saray ve hemen yanındaki “Şövalyeler Sokağı” görülmeye değer. Arnavut taşlı, sokağın her iki yanında iki katlı binaların olduğu, eskiden tapınak şövalyelerinin yaşadığı günümüzde restore edilerek konsolosluk binalarının sıralandığı bu sokak çok etkileyici.



Buradan yola devam ederek surların dışında bulduk kendimizi. Yaklaşık dört saatlik eski şehir gezisinin ardından rotamızı yat limanı bölgesi olan Mandraki’ye çevirdik. Bu bölgede adanın sembolü olmuş, yat limanın iki ucunda yer alan biri dişi diğeri erkek, bronzdan yapılmış iki geyik heykeli var. Anlatına göre; M.Ö 300 lü yıllarda liman girişine 33 metre yüksekliğinde tunçtan yapılmış dev bir heykel inşa edilmiş. Bu heykelin bir ayağı limanın bir ucuna diğer ayağıda limanın diğer ucuna basıyormuş ve heykelin elinde de bir meşale bulunuyormuş. Limana giren her tekne bu heykelin bacakları arasından geçermiş. Bu dev heykelin, yapımından 50 sene sonra bir deprem neticesinde yıkıldığı rivayet olunurmuş.





Yat limanı girişindeki bronz geyik heykellerini ve arkasındaki yel değirmenlerini fotoğrafladıktan sonra kendimizi Ege’nin sularına bırakmanın zamanı gelmişti. Mandraki bölgesine yakın ve merkezin iyi bilinen plajlardan birisinde soluğu aldık. Kişi başı 4 euro vererek kiraladığımız şezloglarda biraz güneşlendikten sonra Ege’nin Rodos sahilindeki sularında yüzmeye başladık. Deniz hafif dalgalı, önce taş daha sonra kuma çalıyor ve biraz da soğuk. Plaj, iğne atsan yere düşmeyecek derecede kalabalık. Gençler çok liberal ve bir o kadar da rahat. Plajda bira-patates ve tekrar deniz sefası yaptıktan sonra dönüş hazırlıklarımıza başladık.


Yaklaşık 20-25 dakikalık keyifli bir dönüş yolundan sonra bizi Marmaris’e götürecek kataramanın bulunduğu iskeleye geldik. Pasaport kontrolünden sonra saat 18:00 sularında Rodos’dan ayrıldık. Geri dönüş yolculuğumuzda, geçirdiğimiz çok güzel bir günün muhasebesini yapmaya başladık. 390 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış ve Türkiye’ye bu kadar yakın olan bir adayı zamanında kaybetmenin derin üzüntüsünü içimizde yaşayarak Türkiye karasularına girdik.
 
Sevgiyle kalın.
Gezi Tarihi:14 Temmuz 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder