Kategoriler

23 Kasım 2012 Cuma

MADRİD-Bir şeyler eksik ama...

5 Kasım 2011 sabahı saat 08:30 da THY’nin TK 3607 sefer sayılı uçağıyla Madrid’e havalanırken eşimle beraber İspanya’da geçireceğimiz beş günün sorunsuz, yağmursuz ve keyifli bir gezi olmasını temenni ediyorduk. Bayramı fırsat bilerek, bir tur şirketi vasıtasıyla çıktığımız bu yolculuğumuz fazlasıyla kalabalıktı. Yaklaşık 60 kişilik bir Türk kafilesi ve freelance çalışan bir rehber eşliğinde, geçireceğimiz beş günün bize ne gibi sürprizler getireceğini merak içinde bekliyorduk.Ancak, endişe ettiğimiz gibi olmadığını, turun kalabalık ama kendi içinde çok disiplinli bir grup olduğunu anlamamız çok vaktimizi almadı.
Uçakta geçen 3 saat 40 dakika yolculuk sonrası Madrid’e yerel saat ile 12:00 sularında ulaştık. Madrid'e inişimiz sonrasında havaalanından şehir merkezine giderken Castillano caddesinde ilk gözümüze çarpan büyük gökdelen ve iş merkezleri oldu. Sonrasında, Madrid’in neredeyse bütün dünya tarafından bilinmesini sağlayan ünlü kulübü Real Madrid ve onun meşhur stadyumu “Estadio Santiago Bernabeu”. 84,000 kişilik kapasitesi ve bütün heybetiyle karşımızda duruyordu. 16 Euro karşılığında statdyum içi tur ve efsane futbolcuları yakından yaşama fırsatı sunuyorlardı. Bilet gişesinin önünde oluşan kuyruğa bakılırsa bu tur işinden hatırı sayılır bir gelir elde ettikleri kesin gibiydi. Barselona takımına sempati duyuyor olmamıza rağmen Real’in stadın önünde bir kaç fotoğraf çektirmeden yola koyulmamız olmazdı (Ama ne yalan söyleyeyim bizim Türk Telekom Arena stadyumu dışarıdan daha heybetli ve gösterişli duruyor).

Bulvardan şehrin merkezine doğru ilerlerken aslında şehrin bir meydanlar ve çeşmeler şehri olduğunu anlamamız fazla uzun sürmedi. Cibeles meydanı ve çeşmesi, Paseo Del Prado ve Apollo çeşmesi gibi meydanları geçtikten sonra şehrin en hareketli ve kalabalık olan bölgesine ulaştık: Puerta Del Sol.

Meydandaki kalabalık bizim İstiklal caddesindeki kalabalığı hatırlatır gibiydi. Duraklama yapmadan otobüsle şehrin en hareketli caddesi olan “Grand Via” ‘dan yola devam ederek meşhur İspanya meydanı ve Cervantes Anıtına ulaştık. Meydan turistler açısından ilgi çekici bir yerdi. Sadece turistikler açısından olsa iyi. Anıta fotoğraf çektirmek için gelmiş “gelin-damat” çiftini gördük ve hemen bizde deklanşöre bastık.
Madrid’in en büyük ve en popüler meydanlarından biri olan İspanya
Meydanı’nın (Plaza Espana) en dikkat çekici yeri, Cervantes, Donkişot
ve Sanço Panço heykel grubunun olduğu alandır.


Sempatik İspanyol gelini ve üzerindeki gelinliği gerçekten dikkat çekiyordu.

Cervantes anıtı sonrasında “Placio de Real” denilen 3,000’e yakın odası bulunan Kraliyet Sarayını dışarıdan gördükten sonra yemek molası için kendimizi şehrin çok gelişmiş olan ve AVE (Türkçede kuş anlamına geliyormuş) olarak adlandırılan hızlı trenlerin kalktığı tren garına (Madrid Puerta De Atocha) attık. Garın içinde devasa bir botanik bahçesi vardı. Gar aynı zamanda yılın belirli dönemlerinde sergilere de ev sahipliği yapıyormuş. Şansımıza bizim bulunduğumuz zamanda bir Rus fotoğraf sanatçısının Trans-Sibirya treninin geçtiği güzergahta sonbahar-kış mevsimlerinde fotoğrafladığı eşsiz güzellikte insan, doğa, yerleşim yeri ve trenlerin konu olduğu sergisi vardı.


Bugün hala devlet törenlerinde kullanılan 18.yy’da yapılmış (Palacio de Real) Kraliyet Sarayı; birçok İspanya kralına ev sahipliği yapmış, yapımı 25 yıldan fazla sürmüştür. Sarayı yaptıran Kral V. Felipe zamanından XIII. Alfonso zamanına kadar kullanılan saray hala Madrid’deki en görkemli yapıların
başında geliyor.


Atocha; İspanya’nın birçok noktasına giden hızlı trenlerin kalkış noktasıdır.
Yemek molasının ardından “Museo del Prado” (ki bu müze İspanya’daki tanınmış ressam ve onların eşsiz güzellikteki yapıtların sergilendiği büyük bir müze olarak bilinir), Funte de Neptun (Neptün çeşmesi) ile bahçe ve parkları ile bilinen “Parque del Buen Retiro” bölgesini geçerek otelimize “Rafael Hoteles” ‘e saat 17:00 gibi ulaştık.
Güne erken başlamış olmamız, sonrasında uzun denecek bir uçak yolcuğu ve Madrid’e inişimizi müteakip gerçekleştirdiğimiz beş saat civarı şehir turu bünyemizi yormuştu. Ancak, Madrid de sadece bir gece konaklayacak olmamız ve ertesi gün Cordaba üzerinden Sevilla’ya gidecek olmamız, bedenimizdeki yorgunluğu kısa sürede atıp Madrid’in şehir merkezine bir an önce gitme arzumuzu tetikledi. Otelde yaklaşık yarım saatlik check in ve ihtiyaç molasının ardından şehir merkezine gitmek için metro istasyonunun yolunu tuttuk. Metro sistemi oldukça gelişmiş, 10 farklı yöne gidebilecek metro ağı Madrid’in altına düşenmiş. “El Carmen” isimli metro istayonundan yeşil renkli hattı kullanarak yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuğun ardından “Opera” durağında indik ve çok rahat bir şekilde şehrin merkezi olan “Sol” meydanına ulaştık. Meydanda şehrin simgesi olan çilek ağacı ve ayı heykelini fotoğrafladıktan sonra Madrid’in simgelerinden biri olan “Plaza Mayor”’a gittik (Plaza Mayor içinde geniş bir alanın bulunduğu, küçük dükkan ve kafelerin olduğu kalabalık bir meydan). Sonrasında, İspanyolların ve tabi ki turistlerinde sıklıkla akşam yemeklerini ya da yemek sonrasında içkilerini içtikleri mekan “Mercado de San Miguel” ‘ i tekrar geri gelmek üzere geçerek akşam yemeğini yiyeceğimiz salaş, küçük fakat çok sevimli bir atmosferi olan bir lokanta bulduk. Kendimizi iki kişilik paella tabağı (kesinlikle dört kişi rahatlıkla doyardı) ve İspanyolların tadı damağımızda kalan nefis kırmızı şarabı RİOJA ile ödüllendirdikten sonra şehrin görmediğimiz sokaklarını keşfe çıktık.

İnanışa göre şehrin simgesi olan bronz ayının önünde fotoğraf çektirenler
günün birinde mutlaka Madrid’e geri dönecekler.
Plaza Mayor'dan bir görüntü (Anonim)


Deniz mahsulleriyle zenginleştirilmiş Paella gerçekten çok lezizdi. Fotoğraf çekmeden kaşıklarımızı daldırmıştık bile:)
Ara sokaklardan geçerek “San Francisco El Granda” kilisesine vardık, içerisinin mistik havasını kokladıktan sonra tekrar Plaza Mayor bölgesine dönüp San Miguel’de günün yorgunluğunu kırmızı şarap içerek çıkarmaya çalıştık. San Miguel aslında çarşı gibi bir yer. İçinde çeşitli dükkanların olduğu (içki, balık, et, fast food, tatlı), insanların akşamüstü arkadaşlarıyla buluşup sosyalleştiği, turistlerin sıklıkça akın ettiği, kalabalık, gürültülü bir o kadar da insanı cezbeden orjinal bir mekandı. Kırmızı şaraplarımızı bitirirken eşim ve ben Madrid’in genel bir değerlendirmesini yapmaya çoktan başlamıştık.

San Francisco El Grande kilisesinin iç görüntüsü


Madrid'in sosyalleştiği San Miguel'in dışardan görüntüsü

Bütün samimiyetimizle ifade etmeliyiz ki Madrid de her ne kadar kısıtlı bir süre kalsak da bu şehir bizi çok cezbetmedi. Şehir meydanları, meydanlardaki çeşme ve anıtları, belli başlı turistik yerleri ve şehrin içindeki büyük parkı ile ünlü. Kraliyet Sarayı ve görülmeye değer müzesi de bir başka artısı. Ancak, şehir bu özelliklerine rağmen bizi fazla içine çekemedi. Ama yinede böyle bir şehri gördüğümüz için, geride güzel anılar bıraktığımız için mutlu bir şekilde gezimizin ikinci gününe kendimizi hazırlamak üzere metro ile otelimize geri döndük.
 
Sevgiyle kalın.
Gezi tarihi: 5 Kasım 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder